Amerika’da, iki gözünden rahatsız olan bir adam, bu duruma o kadar alışmış ki; gözlerindeki sıkıntıları diğer organlarıyla telafi etmeyi öğrenmiş. Gideceği yerin adım sayısını, evdeki odaların, odalardaki eşyaların; hatta bulunduğu sokağın bile krokisini beyninde çizip, ona göre rahatça gidip gelebiliyormuş. Beyni, kulaklarına gelen sesi de rahatça tepkiye dönüştürerek, diğer organlarına komut verip harekete geçmesini sağlıyormuş. Örneğin, çocuklarıyla rahatça voleybol bile oynayabiliyormuş.
Bir gün adama, hastaneden telefon gelmiş. Gözlerine umut ışığı olacak yeni bir teknolojiyle ameliyat edilebileceği ve gözlerinin görebileceği söylenmiş. Adam kabul etmiş; ameliyat edilmiş ve görmeye başlamış. Adamın daha rahata kavuştuğunu düşünürsünüz değil mi? Hayır, daha önce alışmış olduğu düzen bozulmuş ve hayatı alt üst olmuş. Bu rahatsızlık o kadar büyümüş ki, tekrar ameliyat edilip kör edilmek istenmeye kadar gitmiş. Tekrar ameliyatla kör oldu mu, onu bilmiyorum!
Kötü durumları kanıksamak, o durumlara alışmak böyle değil mi? Uyuşturucuya alışan bir insan, hayatını buna göre yönlendirip; günlük zaman dilimini, beynindeki alışkanlık dürtüsünü buna göre yönlendirip, bu dürtüyü yenemediğinden zamanı gelince fiiliyate geçirip, bu alışkanlığa devam ettiğinde, bu alışkanlığı hayatının bir parçası, bir gerçeği olarak kabul etmiyor mu?
Bu alışılagelmişlik, ister olumlu ister olumsuz olsun, bundan vazgeçmek; tersin tersini yapmaya çalışmak, tersin tersine alışan insan için, ne kadar doğru olsa da tersinin tersi olduğundan, ters olarak algılanır.
Kısaca, ters olanın tersi bize ters gelmeye başlıyor.
Zengini birden fakir, fakiri birden zengin; köylüyü sosyeteye, sosyeteyi birden köylü yap bakalım ne oluyor! Bu kişinin hayattaki alışkanlık frekanslarıyla oynar, uzun süreliğine tersin tersine dönüp alışma çabasından o kişiyi uyku moduna alırsınız! Buna uyum sağlayanlar ya yaşar ya da yaşamaz! Yaşarsa uyum sağlar, uyum sağlarsa da eski hayatını yok hükmünde sayar.
Burada unutulan ve unutulan ise, bu adamın eski halinden önce de var olduğu, şu an da var olduğu ve sonra da olacak olduğudur!
Bakın, benim de liseli yıllardan aklıma geldikçe güldüğüm bir hikaye var. Sakalım bıyığım çıksın diye kuru kuruya tıraş olduğum liseli yıllardan bir hikaye:
Şu an ismi aklıma gelmeyen güzel (demek ki o kadar da güzel değilmiş) yüzümde çıkan kuru kuruya jiletle temizlediğim birkaç kılın verdiği büyüdüm, erkek oldum artık duygusunun verdiği güven duygusuyla arada sırada çaktırmadan kaçamak bakışlarla süzdüğüm bir kız vardı. Dedim ya çaktırmadan bakıyorum; o kız anlamasa da, bunu diğer kız arkadaşlar anlamış. Bu salağın bir şey becereceği yok deyip, üzerlerine görev bilip kıza benim adıma konuşmuşlar. Sanki yarına kadar bir şey değişecek, tosta para bulamayan ben safkan beyaz at alacağım, babam kral olacak, ben de beyaz atlı prens olacakmışım gibi. Kız, “Kararımı yarın belirteyim” diye cevap vermiş.
Beni hislerim hiç yanıltmaz; demek ki bu kabul etmeyecek olsa, hayır der kestirir atar. Demek ki kabul edecek diye düşünerek bu güven ve heyecanla sabaha kadar uyuyamadım. Bir gün sonra kız arkadaşlarımdan cevap geldi: “Hayır.” Aynı arkadaşlar, “Onun bunun demesiyle olmaz, belki sen teklif etmediğin için hayır demiştir” deyip, gazı verip o teneffüs olmasa da diğer teneffüste gene kızın yanına gönderdiler; gene, hayır!
Verilecek cevabı öğrenen çöpçatan takımı: “Bir defa teklifle hiçbir kız kabul etmez, bir daha söyle.” Doğruydu, hislerim bana yalan söylemezdi, kız kabul edecektir, sadece naz yapıyordu; ben hiç kız olmadım ama olsam ben de kabul etmezdim. Bir daha söyledim; gene hayır! Çöpçatan takımı bana gazı verdikçe ben kızın yanına bayağı bir gittim geldim. Çöpçatalarmın baştan kendilerine görev edinmesi gibi, bende de fena alışkanlık oldu, görev edindim; her fırsatta teklif eder oldum. Hani hayırlısı olsun denir ya! Bana verilen cevaplar her seferinde hep hayırlı oldu!
Okul kapandı, herkes yoluna gitti. Ben üniversite için ilk üniversitemin olduğu Kırşehir’e gittim. İlk ara tatilde gezerken bir baktım karşıdan o geliyor. Boyumun birkaç cm daha uzamasının; yüzümdeki tüylerin birkaç adet daha artmasının ve üniversiteli olmanın verdiği güven duygusuyla yaklaştım. Hal hatır sorduk, üniversite kazanamamış, “Nerede çalışıyorsun?” diye sordum. “Muhasebecide” dedi! Aslında canım da pek istemedi de, o hayırla sonlanan alışkanlık sürecim var ya, birden o kabardı; telefonunu istedim.
O zamanlar cep telefonu yoktu ama muhasebe bürolarında en azından üç telefon olurdu. Cevabına halen gülerim: “Muhasebe bürosunda telefon yok.” Yaşasın, dolambaçlı da olsa gene hayır diyordu! İnanın, benim reddedilme duygusundan aldığım haz; onun reddetme duygusundan aldığı hazdan daha fazlaydı! “Hayırda hayır vardır” mantığıyla hayıra o kadar alışmışım ki, bu hazzı artırmak istedim; “Hiç, muhasebe dükkanında telefon olmaz mı?” diye sorunca, aldığım cevap daha sevimliydi: “Büro yeni açılmış, o yüzden daha bağlamamış.” Şu anki laf yapma kabiliyetim olsa, aldığım hayırlı zevki Nirvana’ya ulaştırmak için; “Seni, büronun açılış töreninde kuzu keserken mi beğendiler de aldılar; bir binaya muhasebe bürosu açılırken daha temel atmadan o büroya telefon bağlanır, asker mektubu mu bu iki ayda gelecek” gibi cümleler kurardım.
Şimdiki öğretmen kafamla anlıyorum ki; ta baştan, beni gördüğünde, benim de gördüğümü anlayıp yolunu değiştirmek için geç kalmış, bana gülümser gibi yapan beyninin içinde benle olan geçmişini otomatik düşünüp, konuşacaklarıma karşı cevapları hazırlamış. Vay cimcime vay!
Peki o gün telefonu verse, ben arasam ve arkadaşlık teklifimi kabul etse ne derdim? Ben, hayıra o kadar alışmış kabul etmişim ki, tersin tersine adapte olmak için kafa yoramazdım ve inanın cevabım şu olurdu: “Defalarca teklif ettim, hep hayır dedin. Sana teklif ettim, sen evet dedin. Bu önemli bir konu, istersen sana istediğin kadar vakit vereyim, tekrardan düşün.”
Peki, ondan sonra hiç karşılaşmadık da alışkanlık olmuş ya tekrardan karşılaşsan ne olur gene teklif eder misin?” diye soranlar olabilir.
Tabii ki: HAYIR!
Peki, bir de ben sorayım:
Siz, körlüğe, tersin tersine hayır diyebiliyor musunuz?
Sağlık, huzur, saygı, hayırla kalın!
Hasan Alioğlu
Tarihçi, Araştırmacı Gazeteci