Türkiyəli tanınmış yazar Cahit Günay “Könül körpüsündə” bu dəfə İlham və Fərizədən yazdı…

ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI ŞİİR & MÜZİK FESTİVALİNDEN (Kendime Notlar 28)

Türkiyəli tanınmış yazar Cahit Günay “Könül körpüsündə” bu dəfəki yazısını Azərbaycanın sevgi simvoluna çevrilmiş İlham və Fərizəyə həsr etdi …

Müstəqil.Az yazını olduğu kimi ,Türkiyə türkcəsində təqdim edir:

Konulara öylesine dalmışız ki ön taraftan gelen bir ses tekrar otobüse dönmemize vesile oldu. “Şoför bey! Şoför bey! Biz buradan düşelim (inelim) biraz alış veriş yapacayıkta.

Anladık ki merkeze gelmiştik, zaten Azerbaycanlı dostlarımız Adana’yı da alış veriş merkezlerini de en az bizim kadar bilirlerdi. Şoför durdu, ben herkesin de duyabileceği yüksek bir ses tonu ile “Aysel, aman dikkat! Düşerken bir yerlerinizi kırmayasınız.” Aysel bana doğru dönüp, “Abi yaa!” diyerek her zaman ki ülümsemesini bıraktı suratlarımıza. Sonra indiler ardı ardına, zaten otele de yaklaşmıştık.

İçeride “Aysel dur beni de bekle” diyen bir ses yankılanıyordu, “Ben de geliyorum, bekleyin beni de, balalara birkaç don, birkaç şalvar almalıyım, yarın belki fırsat bulamayız, elim boş dönmeyeyim Azerbaycan’a.”

İndiler hep birlikte, sonra Faiq Balabeyli Bey bağırdı arkalarında “Benim şalvar işine dönmesin yanınıza Türkiye’den birilerini alın” Aysel  “Gerek yok ağabey ben yardımcı olurum” dedi ve gittiler. Aysel Xanlarqizi Safarli iyi yetişmiş, Türkiye Türkçesine de hâkim dünyalar güzeli ay yüzlü bir Türk kızı.

Biz de birkaç dakika sonra otelimizin olduğu mevkiye geldiğimiz için otobüslerden inerken davudi sesi ile Karaca Yakup yine bağırıyordu “Serbest zaman, serbest zaman yarınki gezi programına katılacak arkadaşlar da sabah saat 09,00 da otellerinin önünde hazır bulunsunlar” sözünden sonra bazı misafirlerimiz dinlenmek için odalarına çıkarken bende Savaş ve Saiq beylerle otelin lobisinde çay içmeye geçtik. Bizler çaylarımızı yudumluyorken, yanımıza gelip selâm veren Adile hanım, Adile Nezer, “Cahit bey başım ağrıyor. Odada biraz dinleneyim kızlar da gelende, onlarla birlikte düşerim”  deyip çay içme teklifimize mazeret bildirerek çıktı odasına.

Saiq bey, bana dönerek “Akşam bir yerlere mi gideceksiniz abi? Ben de biraz daha konuşur çay içeriz diye düşünmüştüm

-Yemeğe gideceğiz hocam, dünden ayarlanmıştık seni de alalım hatta seni de Savaş bey..

-Yok, reis, siz geçin planınızı değiştirmeyelim, biz burada Saiq beyle oturur bir şeyler yer-içer muhabbet ederiz, belli ki konuşacak çok konumuz var. Siz de otele erken gelirseniz lobide konuşmaya seninle de devam ederiz. Sizlerle birlikte konuşmak insanın ruhunu dinlendiriyor.

-Olur kardeşim

-Abi çayları siz mi istediniz?

Evet kardeşim üç tane..

Oturup başladık çayları muhabbetimize katık etmeye,

-Savaş Bey, reis! Faiq bey otobüste inen arkadaşlara, benim yaşadığımı yaşamayın dedi.

Ne yaşamış acaba? Kötü bir şey değildir inşallah,

Konuyu bilir misin? Dediğinde, kendimi tutamadım, attığım kahkaha sanki lobiyi ayağa kaldırmış, herkes bana bakıyordu …

Utanıverdim birden, tabi biliyorum geçen yıl anlatmıştı

Faiq bey, Türkiye’den yengeye şalvar hediye götürecekmiş nereye gidip şalvar sorsa burada yok cevabını almış gösterenler de pazen den yapılan köylü kadınlarımızın iş yaparken giydiği bol paçalı şalvarlardan göstermişler, Faiq Bey, her gösterilen şalvara bu değil derken, gerildikçe de gerilmiş, son girdiği mağazada “Kardeşim aha ben senin giydiğinden istiyorum”  deyip mağaza çalışanı kıza giydiğini göstermiş.

Kız, Beyefendi bu şalvar değil pantolon” cevabı aldığında, deliye dönüp “Tamam kardeşim almaktan vazgeçtim,  Türkçe şalvar istiyorum siz bana Fransızca kelime ile pantolon demelisiniz diye cevap veriyorsunuz, yazıklar olsun size” diye sinirlenip döner Azerbaycan’a yengeye de hediye şalvar almadan.

Tabi olan garibim yengenin giyeceği şalvar (pantolon)’a olur…

-Savaş bey, gözlerime bakarak “Yapma ya Reis “Hiç güleceğim yoktu diye patlatıverdi ardı ardına kahkahalarını, artık Savaş Bey de kontrolünü kaybetmiş kamyon gibi idi nerede duracağı belirsiz, kendine geldiğinde de yazık güleriz ağlanacak halimize dese de gülmeye devam ediyordu.

Sonra sırayla rüzgâr gibi, Aysel, Lale, Sevinç geçti yanımızdan. Ben Aysel’e nereye Aysel? Tamam mı? Dediğimde, Abi hiç sorma sana yemekte anlatacaklarım var, çok güleceksin biliyorum, çook bekle bizi birazdan düşeriz.

Biz çaylarımızı ardı ardına içiyorken, Bir yandan da Aydın’dan ve Azerbaycan’da yaşanan 1990 Yanvar’ını konuşuyorduk biraz da duygusallaşmıştık ki

Aysel, “Biz hazırız abi” dedi,  “Hamınız hazır mısınız?” Aysel- “Evet abi hamımız hazırız…

Sonra Bindik arabaya. Aysel, Adile, Aysel Fikret ve Naringül Nadir gillerle birlikte. Aysel’lerin önceden de bildiği bir mekâna doğru gidiyor iken Aysel arabada arkadaşları ile mağazalarda yaşadıklarını anlatıyor bizleri gülme krizine sokuyordu.

Abi! Yanımdakiler don istiyorlar çocuklarına elbise alacaklar, bende muziplik olsun diye sesimi çıkarmıyorum, mağaza çalışanı bir alt kata gönderiyor bakıyoruz orada atlet, kilot iç çamaşırları var. Tabi bulamıyorlar alacaklarını, …hanım, ben don istedim kardeşim don,  bunları değil diye kızınca tatsızlık çıkmasın diye tekrar araya girip çıkardım onları elbise reyonuna, keşke yanımızda olsaydın, tam şenlikti gülmekten ölürdün

İyi ki gelememişim öyle ise Aysel, benim çolum çocuğum var bu yaşta ölmek istemiyorum…

Gideceğimiz mekan karşıda görünmeye başladığında, -“Ha abi hatırladım biz geçen yılda gelmiştik buraya, kebabı çok güzel.”

-Evet çok güzeldir Aysel, ben bu mekanın sahibini, elektriği suyu olmayan, üzerinde kendi el yazısı ile kaburgacı yazılmış, yeşil bir çadır içerisinde, işe başladığı dönemleri bilirim, çok zamanlar evine siftah bile yapmadan çadırını kapatıp gitmişliği vardır, evi de öyle karşı mahallede falan değil yani, eskiden Adana’nın ilçesi, ama şimdi komşu ili olan Osmaniye’ye gidiş-geliş yapardı ama hiç değişmedi dün neyse bugün de o, ne kaliteden ödün verdi ne insanlığından. Sofrasına oturan hiç kimseyi aç kaldırmaz ve “Bu bölgenin insanı beni hiç zorda bırakmadı çoluğumu çocuğumu burada büyüttüm, ben de kapıma gelen hiç kimseyi boş çevirmem sokak hayvanları dahil’ der ve yakınları hep böyle tanır bilir.. Gerçi burası Çukurova, bereketli toprakların yetiştirdiği kanı sıcak ve cömert insanların memleketi, buraya gelen aç ve açıkta kalmaz onun içindir ki yurdumuzun en fazla dış göç alan bölgelerinden bir tanesi…

Arabadan inip mekâna yaklaştığımızda her gelen misafiri ayakta karşıladığı gibi bizi de mekanın sahibi Yaşar Bey karşıladı, içeri tıklım tıklımdı ne yalan söyleyeyim elektriği suyu olmayan bir mekandan elemanlarını bile sayamayacak kadar devasa mekana sahip bir dostu görünce insan onur duyuyor…

Selamlaştıktan sonra her zamanki zarafeti ile abi sizi yukarıya alayım dedi, yukarı boştu güzel de bir masa hazırlatmış masaya geçtiğimizde masanın aşağıda ki misafirleri gören bir yerde olması ortamı daha da güzelleştiriyordu. Masamıza oturduk sipariş vermeyi beklerken gençten bir çocuk geldi abi sizden sipariş almayacağız, Usta gönderecekmiş..

Tamam kardeşim dedikten sonra  inen çocuğun ardında Aysel abi sen gel Azerbaycan’a sana bir Çolpa kebap bir sümüklü tike yediririm aklın şaşar.. ya Ayşe dur gözüm sümüklü tike ne ya midemi bulandırma Naringül hanım yo Cahit Bey Aysel sana gıcıklık olsun diye öyle diyor bizde kemikli ete sümüklü et deniyor..

-“Ya öyle ise şimdi oldu.” Masada daha tamda kurulmadan gülmekten yüz kaslarımız sertleşmeye başlamıştı bile… Aysel Fikret’in gözü aşağıda, birkaç metrelik kebabın yanında yanan mumlara takılmış abi yaaa, bu ne böyle mumla falan çok ilginç ilk defa böyle bir şey görüyorum bu nedir dedi..

Kardeşim muhtemelen doğum günü kutlaması vardı burada bazen olur böyle şeyler, Bizim oralarda Kahramanmaraş ‘da da dondurma keserler, mesela doğum gününde. Ya izleyeyim biraz öyle ise diyerek ayağa kalkıp baktı aşağıda yaşananlara. Gerçi arkadaşların hepsinin ilgisini çekmişti. Sonra masamıza gelen çeşit çeşit salatalar ile başlayan yemek faslında muhabbet bayağı derinleşiyordu…

Ben masaya dönerek gerçi bu olay doğum günü idi ama ben bu tür etkinlikleri çok da fazla önemsemiyorum Anneler günü, sevgililer günü? işçi bayramı, kadınlar günü gibi günlerin aslında birer muhatabını kullanarak kapitalizmin sömürüsüne alet etmek gibi geliyor, bakınsanıza hak aramak için başlattıkları direniş sebebi ile atölyeye kilitlenip yakılmasını kapitalizm şimdi bizlere hediyelik malzemeler satma aracı olarak kullanılıyor…

Mesela sevgililer günü.. Dediğimde masa sanki buz kesmiş gülen suratlar birden asılmıştı… Aslında buna hiç anlam veremiyordum ki, halimi anlayan Adile Nezer, Cahit bey bizde sevgililer günü 14 Şubat olarak kutlanılmaz,

-Nasıl yani

Ülkemizde 2003 yılından bu güne 30 Haziran Milli Sevgililer Günü olarak kutlanır.  Bugünün tarihi, 20 Ocak 1990’da şehit olan İlham’ın ve yokluğuna dayanamayıp intihar eden altı aylık hamile karısı Fariza’nın düğün günü ile ilgilidir. Sevginin, sadakatin ve cesaretin bir göstergesi olarak kabul edilen bu gün, tüm sevgililere ebedi bir örnek olabilecek İlham ve Fariza’nın düğün günüdür. Yani bizde Sevgililer Günü, ulusal değerlerin gelişimini, kahramanlık tarihimizi, aşk gibi kutsal bir duyguyu evet biliriz çok farklı efsanelere dayandırılan ve yıllardır 14 Şubat sevgililer günü olarak kutlanan tarih bizde halkın yaşadığı acı hakikatler, Sevgililer Günü tarihini değiştirdi. Gün sadece tarihte değil, içerik ve fikirlerde de farklı bir yön aldı. 20 Ocak trajedisinin kurbanları olan İlham ve Fariza’nın düğün gününü 30 Haziran’da Azerbaycan’da Sevgililer Günü olarak kutlama fikri tüm halkımız tarafından, özellikle de gençler tarafından memnuniyetle karşılandı ve büyük bir sevgi ile kutlandı. Bunun önemi, genç kuşağın tarihle ilgili gerçeği. Azerbaycan’daki olayları, İlham ve Fariza’nın fedakarlığını, Azerbaycan – Türk kadının kararlılığını bu özel günün tarihini araştıranlar için açıklanmış olacaktır. İki gencin ölümüne sebep olan faktör – Rus İmparatorluğu’nun Azerbaycan halkına karşı yürüttüğü kanlı siyasetin sonucudur. Bu sonuç insanların kaderinin değişmesine, özgürlük sevgisiyle yaşayan yüzlerce İlham’ların ve Fariza’ların yaşamlarına son verdi. Bu tarih ayrıca Azerbaycan halkını, özellikle de gençleri ve öğrencileri etkilemektedir. 30 Haziran sadece birbirini seven iki gencin kaderi değil, aynı zamanda şehit olan iki gencin kaderi. 30 Haziran bir ulusun tarihidir. Yani, 20 Ocak faciası olmasaydı, 30 Haziran bayram olmazdı. Bu, büyük aşkların ve mücadele eden insanların düşüncelerini ve hedeflerini gerçekleştiren bir tarihtir.

İlham və Fərizə — Vikipediya

Bu duygular,

Azerbaycan’ın hayatındaki önemli olayları, ulusal bayramlarını, geleneklerini, milli değerleri ve ulusal gururunu yaşatan gün olarak tarihlenmektedir.

– Ya çok etkileyici Adile Hanım, İlham nasıl şehit olmuş bilginiz var mı? Dediğimde Aysel Fikret araya girerek abi, İlham;

Cahit Günay Şair & Yazar – Gönül Elçisi

Müstəqil.Az

İlham və Fərizə: Bir eşq hekayəsi | Gənc Ailə

Share: