Türk ədəbiyyatı
Ayşe AY Denizli’de dünyaya geldi. İlkokul,ortaokul ve lise öğrenimini Denizli’de tamamladı. 2000 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümünde başladığı yüksek öğrenimini Konya’da devam ettirerek 2005 yılında Selçuk Üniversitesinde tamamladı. Evli ve iki çocuk annesidir. 2005 yılında Bayburt’ta başladığı meslek hayatına hâlen Nevşehir’de devam etmektedir.
Güfte Edebiyat adlı elektronik derginin genel yayın yönetmenidir.
İlk yazısı 2009 yılında Azerbaycan’da Oğuz Eli gazetesine bağlı Yazıçı adlı dergide yayımlanan Ayşe AY’ın Şehrengiz Gümüşhane Şehir ve Kültür, Edebice, Daima Edebiyat, Hayal Ağacı, Kar Öykü, Güfte Edebiyat gibi dergilerde de öyküleri yayımlanmıştır.
***
UYKU
Ayşe AY
Saat gecenin dördü. Uykunun en tatlı yerindesin. Derinlerdesin. Battaniyen üzerinden kaymış beline kadar. Saçların turuncu yastıkta kara bir başkaldırı. Karanlıkta bile seçilir. Gece geç vakitte, yatağa hızla girdiğin için güneşliği çekmediysen saçların turuncu sokak lambaları tarafından kızıla boyanmış olabilir. Gece lambalarını sevmezsin. Uykuya değil, karanlığa sığınırsın geceleri. Başın geriye doğru kavisli. Sol kolun altında kalmış, ihtimal uyuşmuştur. Dudakların hafifçe aralı. Kendi kendine bir ninni söyler gibi ritimli bir nefes… Dalgın uyursun. Uyumalısın! Yarın çok zor bir gün olacak.
Eğer sağ tarafına dönükse yüzün daha rahattır uykun. Kalbinin üzerine yatamaz insan. Orada en kıymetlileri, en gizlileri saklıdır. Belki ona hürmeten. Başını göğsüne doğru büktüysen nefes almakta zorlanabilirsin. Battaniyen yerde… Dizlerini bükmüş, karnına doğru çekmişsin. Ellerin kavuşmuş, bacaklarının arasından sıcaklık umar. Yarın üşüyeceksin! Yarın çok zor bir gün olacak.
Sırt üstü uyuyorsan derli toplu, düzgün, battaniyeni çenene kadar çekmişsindir. Bir heykel gibi… Güzel bir rüyadaysan dudaklarının kenarına bir gülümseme ilişmiştir. Çenen hafifçe sivrilmiştir, gülümsüyorsan. Üstünü açma! Kıvırcık saçların turuncu yastıkta. Kıvırcık olduğunu neden sonra fark ettiğim saçların… Kısa kestirdiysen düzdür. Hafif bir uzunsa sana isyan edercesine kıvırcık. Kabarır kendi hâline bırakırsan. İnadına kıvırcıktır. Baş edemezsin onlarla. Bıraksan olmaz, jöle sürsen dökülür. Hayatında sana itiraz etme cesareti gösteren tek varlık kıvırcık saçlarındır belki.
Yağmur başladı demin. Biliyorsun hava kapalıydı dün. Umarım çatılarda, saçaklarda çıkardığı uğultudan uyanmazsın. Yarın çok zor bir gün olacak.
Az sonra sabah ezanları okunur. Kalkıp dua edersin. Etme. Hiçbir dua, temenni böylesi bir imkânsızlığı mümkün kılamaz.
Yedi gibi uyanırsın. Yine diyettesindir kesin! Hafif bir şeyler yersin. Uyanmamı beklerken kahveni içersin. Bugüne dair akşamki buluşma talebimden hiçbir şey sezmedin.
Giyinip çıkarsın. Mavi kot pantolonunla mavi gömleğini giymeliydin oysa. Gelirsin. Pastane tenha. Yalnız sen ve ben. Neşelisin karşımda otururken. Sebepsiz gülüyorsun. Yüzünde uykunun, belki sevmenin ve en çok sevilmenin sıhhati. Bakışların dik. Gözlerimin içinden daha derinlere inmeye çalışır gibi. Kendinden eminsin. Hep öyleydin.
Karşında oturan uykusuzu, hayat yorgununu izlersin bir süre. Neşelendirmeye çalışırsın. Konuşursun uzun uzun. Gelirken otobüste rastladığın insanların gülünç davranışlarından söz edersin kahkahalarla. Konuş, anlat. Zira ne diyeceğimi hâlâ bilmiyorum. Nasıl söylenir, bilmiyorum. Hangi bahaneye sığınılır? Pastanenin camekânından ince yağmur damlalarının düştüğü sokağı izlerim sen anlatırken. Faydası yok. Camlar tamamen buğulanır az sonra.
Bu, kıvırcık saçlarınla benim aramdaki bir mesele olmasaydı fikrini alır, yardım isterdim. Yalnızım oysa. Kıvırcık saçlarına karşı tek başımayım. Karşımda onlar değil de bir ordu olsa bu kadar zayıf hissetmezdim kendimi.
Aslında çok düşündüm. Acıtmayacak bir veda türü aradım. Üzmeyecek bir gerekçe. Sen muhakkak bunu da biliyorsundur. Okuduğun kitaplarda, izlediğin filmlerde rastlamışsındır. Dünyanın en kolay, en kabullenilebilir, en az acıtan ayrılığına… Bugün seni kendimden korumayı ne kadar istediğimi bilemezsin.
İlkin seni överim uzun uzun. Ne kadar kıymet verdiğimi anlatırım önce. Fakat birbirimize uygun olmadığımızı ekler, sebepleri sıralarım alt alta. Daha iyilerine layık olduğunu mırıldanırım nefesim yeterse. “Mutluluk” dileyip masadan kalkarım. Deminki gülüş yüzünden düşer, parçalanır. Neşe, yüzünde can çekişir. Durdurursun. İtiraz edersin. Sorarsın. Anlamaya çalışırsın. Biraz daha düşünelim, bile diyebilirsin. En başından beri aramızdaki sonsuz, boyutsuz imkânsızlığı kabul etmiyorsun. Bunları hatırlattığımda yutkunup susarsın.
Başka bir yol bulmalıyım. Yüreğimizi dolduran duyguları kana bulamayacak bir yol… Ya da… Çırpınarak ölmek yerine tek hamlede can teslim edecekleri bir yol… Sen karşımda gülüp konuşurken “Niye öyle dedin?”, “Niye öyle baktın?” , “Niye öyle güldün?” gibi sudan bir sebep… Yağmuru bile bahane edebilirim. Anlaşamadığımızı söyleyip aniden gitmeye kalkarım. Yatıştırmaya çalışırsın. Alttan alırsın. “Senin başka bir derdin var!” dersin. Sesimi daha da yükseltirim. Garsonlar kulak kesilir. Olmayan kabahatlerini dökerim önüne. Ben bile hayret ederim bu kadarına. Yağmur şiddetlendiyse cama vuran damlalar haksız öfke sağanağımı gizler yabancı kulaklardan. Şaşkınlıkla çaresizlik saçan gözlerine bakmadan uzaklaşmalıyım. Kırılırsın.
Bir yalana sığınmak da ihtimal dâhilinde. Ailemin seni kabul etmeyeceğine dair… Toplumun değer yargıları… Aykırılığımız… Kendimi pasif, aciz gösterecek bir yalan. Tiksinirsin. Yaralanırsın. Basit düşer bu.
Daha, daha, daha büyük bir yalan olmalı… İnandırmalıyım seni gerçekliğine. Geriye kalan ömründe düşünüp düşünüp akıl sır erdiremeyeceğin bir veda da olmaz o zaman. Tek bir darbeyle yıkarım seni. Tek bir sözle…
– Seni hiçbir zaman sevmedim.
Bitimsiz sandığın duyguların o an çürür. Geleceğe dair umudun boğazına düğümlenir. Islak bir perde gözlerini örter. Kirpiklerinde çırpınır yaşama sevincin. Dudakların titrer. İnsan söyleyecek söz bulamaz böyle bir cümleden sonra. Ellerin kör olur. Çay bardağına çarpabilir. Daha fazla yenilmemek için susarsın. Tek hamleyle bir ömürlük mesafeye atarım seni. Dağılırsın.
Bakışlarında kendine güveni olmayan taze bir nefret gezinir. Bir ömür taşıyacağın bir sızı midenin üstüne bilmediğin bir yerlere siner. Ayrılığın nabzı, sallanan bacaklarında atar. Dilinin ucuna gelen sitemleri yutarsın. Gerek yoktur artık bunlara. Soluğun ayrılığı besteler. Bu defa senin gözlerin çakılır pastanenin buğulanan camekânına. Sokak ıssızdır. Islaktır. Bu yersiz kış yağmuruna da kızarsın.
Beklemezsin. Umut etmezsin. Yüreğin Araf’ta kalmaz. İlkin anlayamazsın. Ölenin acısının o dirilmedikçe çöktüğü gibi gidenin acısı da giden gelmedikçe çöker. Hatıralar yakar en çok canını.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Ne söylemem gerektiğini de. Seninle bir meselem yok aslında. Kırgınlığım da… Her şey kıvırcık saçlarının suçu. Saçlarını kısacık kestirdiğinde başka birisin. Dümdüzdür saçların. Kıvırcıklığını gizler. Karanlık bir şeyi gizler gibi. Her bir milimlik uzamaları seni başka biri yapar. Hiçbir fotoğrafında, hiçbir duruşunda bir öncekiyle aynı kişi olmazsın. Hep başka birine dönüşürsün. Kıvırcık saçların güven vermiyor insana. Bir tabur düşman gibi. Sana değil, kıvırcık saçlarına güvenmiyorum ben. Onları geç fark etmem, kalbime destursuz girişinden daha ürkütücü. Saçları öyle kıvırcık biriyle bir yola çıkılır mı bilmiyorum. Güvende değilim, güvende değiliz. Sen bile bilmiyorsun saçlarının karanlığını, kıvırcıklığını. Farkında değilsin neler olabileceğinin. Bir boşluğa bıraktım kendimi, bir karanlık boşluğa. Beni tutarsan varım. Beni, kıvırcık saçlarının insafına bırakırsan…
Gün yeni yeni dolarken odana, uyku yavaş yavaş geceyle zıt istikamette uzaklaşır. Öbür yana dönersin. Kalbinin üstüne. Bir gıcırtı… Turuncu yastık sessiz ama. Bir el, saçlarında gezinir. Kıvırcık saçlarının saltanatı başlar ondan sonra. Daha bir şımarır, daha bir kararır. Sana değil güvensizliğim kıvırcık saçlarına. Sakın açma gözlerini. Dağıtma uykunu. Uyumalısın! Yarın çok zor bir gün olacak.